Ejderha
Belki her zaman kelimeleriyle değil, fakat dâimâ fikirleriyle pek hayret verici tasvîrler yapan bir dostum; seleflerimiz ve ecdâdımızdan miras kalmış hârika eserlerden bahsettiğimiz bir esnâda “milletimiz bu hazînenin üstündeki bir ejderhadır” dedi. Henüz söylenenlerde fark edilmemiş mânâlar aramak hastalığıyla pençeleştiğimden, bu teşbihi didik didik ettim. Hakîkaten kadîm eserlerin bir hazine olduğu nazar-ı dikkate alınınca, milletimiz bir ejderhaya benziyordu.
O ejderha, her bir parçası başka bir ustanın elinden çıkmış, muhtelif asırların en zevkli misâllerini teşkil eden mücevherlerin üzerinde bîhaber uyumaktadır. Hiç şüphesiz onu dahi bu hazîneye bekçi kılan bir efsundur, fakat bu efsun kalbini şevk ile titreteli asırlar geçmiş, başlarda vuslata ermiş âşığın rahatlaması nevinden nurlu bir sükûtu yaşasa da nihâyet uyku gönlüne galip gelmiştir. Öyle ki hazînenin muhtevâsı da giderek unutulmuş, hazînedeki sanatlı güzellikleri söyleyenler kalmadığı gibi ejderhanın da asabîliği hâricinde bir vasfı tezâhür etmez olmuştur. Nitekim milletimiz bu hazîneyi var edenlerle bir alâkası bulunduğunu, yalnız onu muhâfaza ederken hissedebiliyor. Hazînenin muhâfazası uğruna pek çok kahramanlıklar yapıldığını inkâr katiyyen mümkün olmasa da, zaruretin geçer akçe bulunmadığı şu asırda kadîm mesleklere intisap etmeden bu mirasın hakkını vermek bâtıl bir iddiâ addedilmeli değil mi? Şu âna dek ejderha hazîneyi elinden geldiğince nâmahremlerden korumuştur, fakat sâhibi olduğu bunca şeyi tetkik etmek fırsatı doğmuş olduğu hâlde uykusundan uyanmamıştır. Onu uyandırmak iddiâsındakiler de uykuya dalmış ve dâvâlarına düşlerinde devâm etmeyi daha câzip bulmuşlardır. Kadîm eserlerimizi yok saymayı teklif edenlerden çok, kadîm eserlerimizi sahiplenmekten bahsedenler hazînenin muhtevâsını unutturmuşlardır.¹
Nesepleri mukaddes telakkî edilen şâhlar ve sultanların, İlâhî kudret ve merkeziyetin remzi olan ihtişamlı sarayları vardı. Bizim en tâze şevklerimizin göbek bağlarının kesildiği bu topraklardan da pek çok iftihâr edilesi hükümdâr gelip geçmiştir. Şimdilerde ise bir hükümdâr kasrının işlemelerini meydâna getirebilmesi lâzım gelenler, duvarların yüzünden evvel kendilerindeki bu mahâreti ortaya çıkaracak cevherleri işlemeyi hayâl dahi edemiyorlar. Bizim ejderhanın mezkûr kayıtsızlığı, belli ki yalnız elindeki işlenmiş mücevherlere karşı değil, fakat kendi cisminde işlenmek ümidini günden güne yitiren cevherlere karşıdır.
¹ Çünkü eski ustaların mücevherlerinden bir iki numûneye hürmet göstermek, onlarla aynı sanata sahip olmaya yetmez. Bu asırda gereken budur diyerek kıymetsiz taşları ellerindeki cevherlere tercih edenler, eskiden işlenen cevherlerin resimlerini neşrederek iâde-i itibâr yaptıklarını zannediyorlar.